Kitap Blog Yazıları
Miguel de Cervantes
124 Kısım Tekmili Birden “Don Quijote” Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi’nin yeni kitabı, İspanyol yazar Cervantes’in ünlü romanı Don Quijote, tam adıyla La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote. Kitabın sunuş yazısını yazan Prof. Jale Parla’nın sözleriyle: “Birinci kısmının basıldığı 1605 yılından beri en çok okunan, en çok sevilen, en çok yorumlanan ve yeniden en çok yazılan La Mancha’lı Şövalye Don Quijote ve silahtarı Sancho Panza’nın serüvenleri”, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgiyle karşılanmış, ancak dilimize daha çok İngilizce ve Fransızca gibi ikinci dillerde çocuklar için hazırlanmış baskılarından yapılan çevirileriyle girmişti. Yine de, ancak bir iki tane ve ikinci dillerden de olsa, tam metin çevirileri de yapıldı. Şimdi ise, Jale Parla’nın yerinde saptamalarıyla: “Shakespeare’le birlikte belki de ilk kez modern okuru düşleyen” ve sadece “şövalye romanları”nın değil, “Rönesans’ta kullanılan bütün (yazınsal) türlerin otoritesini dyıkan” bu önce yazarın belki postmodern anlatıyı bile nerdeyse dört yüzyıl önceden haber veren bu öncü romanı ilk kez tam anlamıyla Türkçeye kazandırılmış oluyor. La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, Roza Hakmen’in İspanyolca aslından yaptığı tam metin çeviriyle ve Ahmet Güntan’ın şiir çevirileriyle nihayet dilimizde.
Victor Hugo
Sefiller, her biri bir roman büyüklüğünde beş kitaptan oluşuyor; romanda her şey var. Romanın esasını, Jean Valjean'ın hayatı teşkil ediyor, Marius ve Cosette arasındaki aşk da bu hayatı süslüyor. Hikâyenin büyük bir kısmı gerçek olaylara dayanıyor. Sefiller, tezi olan bir roman; adaletsizliğe karşı bir hücum. Hugo, insanları, küçük suçlar için küreğe mahkûm eden, suçluyu ıslah etmekten ziyade cezalandırmak üzerinde duran, hafifletici sebepler üzerinde durmayan, göz hapsi altında tahliyeye imkân vermeyen barbarca bir hukuk ve ceza sistemini eleştiriyor. Bu halleri yaratan ve katlanan toplumu suçluyor. Hugo'nun, Fransa tarihinde çok önemli yeri olan İmparatorluk, Bourbon restorasyonu ve Temmuz hanedanlığı hakkındaki sözleri okunmaya değer ve ibret verici. Aslında Marius'un siyasî düşünceleri, tıpkı Hugo'nun geçtiği safhalardan geçiyor; ilkin kralcı, ardından Bonapartçı ve nihayet cumhuriyetçidir. Hugo, Fransız Millet Meclisi'nde bulunmuş olmakla, pratik politika hakkında bildiklerini anlatıyor.
Anton Çehov
Çehov bir taşra kasabasındaki akıl hastanesinde geçen bu novellasında, eğitimli bir hasta olan İvan Dmitriç ile Doktor Andrey Yefimıç arasındaki felsefi çatışmaya odaklanır. İvan Dmitriç maruz kaldıkları adaletsizliğe, içinde yaşamaya zorlandıkları berbat koşullara karşı çıkarken, Andrey Yefimıç bunları görmezden gelmekte ısrar eder ve durumu değiştirmek için kılını bile kıpırdatmaz. Doktor sonunda içine düştüğü “felsefi” yanılgının farkına vardığında ise artık iş işten geçmiştir. Altıncı Koğuş, Rusya’nın ve ülkenin sorunlarıyla ilgilenmek yerine onları uzaktan izlemeyi tercih eden elit Rus aydınının “deliliği”nin simgesidir adeta.
Jack London
Jack London'ın yarı otobiyografik romanı Martin Eden, 20. yüzyıl başında sosyal ve ideolojik meseleler ağırlıklı içeriğiyle Amerikan edebiyatında büyük ölçüde kabul görmüştür. London farklı sınıflar arasındaki zihniyet ve değer farklarını gözlerimizin önüne sererken, statü ve servetin Amerikan toplumundaki hayati önemine işaret eder. Romanın ana temalarından biri, başarı ve refah yolunun sosyal sınıf farkı gözetilmeksizin herkese açık olduğu şeklinde özetlenebilecek Amerikan Rüyası'dır. Ya da bu idealin yarattığı muazzam hayal kırıklığı…
Alexandre Dumas
İftiraya uğrayan Denizci Edmond Dantès, bu şüphe girdabında sevgilisi Mercedes’i, babasını, özgürlüğünü bir anda kaybeder. Acı, korkunç tecrübelerle dolu bu dönemden kaderin cilvesi ve azimle çıkmayı başarır. Artık güçlü, bilgili ve zengin biridir ve aklında tek bir şey vardır: Tanrı’nın adaletinin gereğini yapmak. Doğu’dan gelmiş gizemli bir kont kılığında bir intikam meleği gibi Paris sosyetesinin üzerinde dolaşır ama intikamı yalnızca düşmanlarının değil masumların hayatını da değiştirecektir.
José Saramago
Distopik eserlere ilgi duyanların elinden düşürmediği Körlük, yayınlandığı günden bu yana adından söz ettirmeye devam ediyor. Portekiz’li yazar José Saramago’ya 1998’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran eser, konusuyla olduğu kadar zekice kurgulanmış karakterleriyle de dikkat çekiyor. Dönemin liberal demokrasi anlayışına bir eleştiri mahiyetinde kaleme alınan roman, insanların gittikçe bencilleşip olaylar karşısında duyarsızlaşmasını bir körlük metaforu etrafında işliyor.
Charlotte Brontë
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, ona kötü davranan yengesinin evinde yaşamaktadır. Dayısının isteği üzerine, yengesiyle yaşayan Jane, kuzenleri tarafından da zorbalığa uğramaktadır. Yengesi Bayan Reed en sonunda çareyi Jane’i yatılı okula yollamakta bulur. Yatılı okulda da zor zamanlar geçirmeye devam eder. Sonunda orada öğretmen olarak çalışmaya başlayan Jane kendini okulda sıkışmış hissettiğinden hayatına farklı bir yerde devam etmek ister ve verdiği bir mürebbiyelik ilanına cevap gelince, Bay Rochester’ın malikânesinde çalışmaya başlar. Çok geçmeden oradaki hayatına alışan Jane, malikânenin gizemli efendisine âşık olur ama hayat ona beklemediği zorluklar çıkarmaya devam edecektir.
Robert Seethaler
1937 yazının son günleri... Göl kıyısındaki küçük bir kasabada yaşayan on yedi yaşındaki Franz, annesinin isteğiyle “eski bir tanıdık” olan tütün mamulleri satıcısı Otto Trsnjek’in yanına, Viyana’ya gider. Böylece hem bir meslek edinecek hem de Viyana gibi bir yerde daha iyi bir gelecek kurabilecektir. Genç Franz bir yandan mesleğin inceliklerini öğrenirken bir yandan da dükkâna uğrayan ünlü tiryakilerle tanışır. Bu müşterilerden biri olan Profesör Sigmund Freud ile dostluk kuran Franz, Anezka adlı gizemli bir kıza âşık olduktan sonra profesörle görüşmeyi daha da sıklaştırır.
John Fowles
İngiliz edebiyatının yaşayan belki de en büyük ustası olan John Fowles, anlatı kurmaktaki mahareti, çarpıcı üslubu ve deneyciliğiyle dikkati çeken bir yazar. Hiç abartmadan yüzyılın en iyi romanları arasında sayabileceğimiz Fransız Teğmenin Kadını’nda bu özellikler mükemmel bir bileşime ulaşıyor. Bir kere olağanüstü başarılı bir atmosfer yaratıyor yazar, Viktorya döneminde yaşamanın ne anlama geldiğini bütün netliğiyle ortaya seriyor. Sonra eşine az rastlanır bir gizem yaratıyor, kitap bittiğinde bile gizeminden bir şey kaybetmeyen bir gizem bu. Ve nihayet bilgeliğine sizi hemen ikna eden bilge ve son derece zeki bir denemeci üslubuyla varoluşçuluğun “sahicilik” ve özgürlük arayan insan soyutlamasını ete kemiğe büründürüyor, ama tanrı anlatıcı rolünü de sorgulamaktan geri kalmıyor.
Oscar Wilde
Oscar Wilde... Şair, oyun yazarı, öykücü ve romancı oscar Wilde, Viktorya Dönemi Britanyası'nın en önemli yazarlarından, estetizm akımının ve sanat için sanat görüşünün en ateşli savunucularındandır. Dorian Gray'in Portresi, onu dönemin en çok tartışılan şahsiyetlerinden biri haline getirdi. Bayan Windermere'nin Yelpazesi, İdeal Bir Koca gibi eserleriyle de ününe ün katan Wilde, döneminin üzerine en çok tartışılan yazarlarından biriydi. Yaşadığı hayata zıt bir şekilde yoksulluk içinde öldü.
Hakan Günday
Hakan Günday’ın ilk kitabı olan “Kinyas ve Kayra”, pek çok okuyucu ve eleştirmen tarafından tam not almayı başarmış bir roman olarak karşımıza çıkıyor. Başarılı betimlemelerinin yanı sıra, yalın ve gerçekçi anlatış tarzıyla da ünlenen yazar; bu kitabı ile yeraltı edebiyatının hatırı sayılır isimlerinden biri haline geliyor. Romanı 3 bölüm ile kurgulayan Günday, içerisinde bolca felsefi öğeler barındıran, paradokslar kuran ve olayları birbiri ardına çözülen düğümlere bağlayan bir hikaye ile okuyucuları karşılıyor. Çocukluktan bu yana arkadaşlıkları süre gelen iki karakterin anlatıldığı kitap, Afrika’dan Amerika’ya ve son olarak da Türkiye’ye uzanan yolculuklarına yer veriyor. Bolca suçun, cinayetin ve cinselliğin yer aldığı roman, sizi sürükleyici bir hikayenin içerisine dahil ederken; Hakan Günday hayranlığınıza dur diyemeyeceksiniz!
Dino Buzzati
İtalyan edebiyatının köşe taşlarından Dino Buzzati’nin ilk romanı olan Tatar Çölü, modernist edebiyata yapılmış en önemli katkılardan biri. Genç teğmen Giovanni Drogo, ilk görev yeri olarak Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne tayin edilir. Uzun boylu kalmak istemediği bu sınır bölgesinde geçirdiği seneler ona, vaktiyle gözünde büyüttüğü zafer tutkusunun kofluğunu ve askerlik hayatının monotonluğunu öğretir. “Yaşamı boyunca beklediği an” bir türlü gelmez. Zamanla “sesi, ihtiyar sesine dönüşür”, “bakışları çok yaşlı bir adamın bakışları gibi sarımtırak ve camdan bir görünüş alır”. Varoluşun anlamsızlığı, boylu boyunca serilir önüne. Gündelik hayatın durağan ritmi, alışkanlıkların uyuşturucu etkisi ruhunun derinliklerine işlerken Tatar Çölü’nün sadece kendisinin değil aynı zamanda insanlığın sınır bölgesi olduğunu anlar. Edebiyatta Beckett, Camus ve Kafka’nın başlattığı varoluşsal sorgulamaya karmaşık bir boyut katan, zengin bir anlatı Tatar Çölü.
Jerome David Salinger
1951 yılında basılan kitap, Salinger’in ilk ve tek romanıdır. Çıktığı andan bu yana ilgi gören roman, ergenlik dönemindeki bir çocuğun dünyayı algılayış biçimini bize anlatırken, yetişkinlerin düzenine karşı olan isyanını da başarılı bir dil ile aktarıyor. Samimi dili ve karakterin içinde bulunduğu duyguların okuyucuya olan yansıması, onu kısa sürede dünya edebiyatı listelerinde ilk sıralara taşıyor. Romanda, Holden’in okuldan atılması ile başlayan hikaye onun evden uzaklaşması sonucu başına gelenler ile devam ediyor. Daha önce de iki okuldan kovulan kahramanımız bu olay sonucunda ailesi ile yüzleşmemek için evden kaçıyor. Bavullarını alarak tarih öğretmeninin yanına gelen Holden, hocasının tutumundan rahatsız oluyor ve burada fazla uzun süre kalmıyor. Ergenlik çağının getirdiği isyankar tutum ile yetişkinlerin düzenine adeta kafa tutan kahramanımızın bir sonraki durağı öğrenci yurdu oluyor.
Tulepbergen Kaipbergenov
1900'lerin başı… Rusya'da devrim oluyor… Ve bir Karakalpak kadının, beraberinde bir Karakalpak köyünün kaderi değişiyor… Cumagül'ü annesininkinden farklı bir kader beklememektedir. Yıllar önce bay (bey) olan babası tarafından annesi çocuğuyla birlikte nasıl kapı önüne konduysa, yıllar sonra o da kızı ile sokağa atılıp kaderine terk edilecektir. Kaderini kendi elleriyle yaratmak için evleneceği kişiyi kendi seçmesine rağmen, bunu değiştiremez Cumagül. Kucağında çocuğuyla sokağa atılıverir bir gün… Bu anneden kıza geçen bir kader değildir aslında. Bunun değişebileceğini, odun satmak için kasabaya gittiği ilk gün, tesadüfen duyduğu miting konuşmalarından öğrenir Cumagül: Kadınlar da erkeklerle eşit haklara sahiptir.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
1025 sayfalık oldukça uzun bir kitap Karamazov Kardeşler. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin ölmeden önce yazdığı son kitaptır aynı zamanda. Daha önce Suç ve Ceza'yı okumuştum ama bu kitabın yeri bir başka. Bir başyapıt diyebilirim. Kitabın akıcılığı oldukça üst düzeyde. Yazar kitabı kendi konuşmasıyla anlatmaya başlıyor ve kitap boyunca Karamazov Kardeşlerin yaşamına tanık oluyoruz. Süslü ifadeler yok. Fransızca konuşmalar az düzeyde. Okuyucuyu sıkmıyor. Dört gün gibi bir sürede bitirebildim Karamazov Kardeşleri. Kitabın ilk yarısı biraz sıkıcı gelebilir. Fakat özellikle ikinci yarısı ve sonlara doğru anlatılan mahkeme bölümleri şahane olmuş. Hatta bu kitabı hukuk okuyan ya da hukuksever herkese tavsiye edebilirim. Mümkünse bu kitabı okumadan hukuk hayatına atılmasınlar. Duruşma kısmı öyle güzel anlatılmış ki kendinizi adeta mahkemeye canlı tanık oluyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Ne zaman Savaş ve Barış kitabını görsem Platon'un ünlü sözü aklıma gelir: "Savaşın sonunu sadece ölüler görür." Bu da öyle bir kitap. Savaş ve barış üzerine. 1808 sayfa gibi ömrünüze ömür katacak kadar da uzun. Hatta şu ana kadar okuduğum en uzun kitap. Fakat okurken hiç keyif almadığım bir an olmadı. Öyle güzel yazmış ki Lev Nikolayeviç Tolstoy, okurken kendinizi bir anda 1800'lerin Çarlık Rusya'sında buluyorsunuz.Resmi bir davet ile başlıyor Savaş ve Barış. Bu davette kitap boyunca hikâyelerini okuyacağımız birçok karakteri tanıyorsunuz. Bu sebeple başlarda "Bunca karakter ismi de nereden çıktı?" diye kendinize sorarsanız bilin ki Tolstoy bize en başta karakterleri tanıtıyor ve kitap boyunca da tanıdığımız karakterlerin neler yaşadığına tanık oluyoruz. Yine de bazen karakterlerin kim olduğunu hatırlamakta güçlük çekiyoruz. Bunun için aşağıda sizin için hazırlamış olduğum roman karakterleri bölümünü kullanabilirsiniz. Takıldığınız yerde daima bu küçük karakter sözlüğünü kullanabilirsiniz.
Oğuz Atay
Ülkemizin en değerli yazarlarından biri olan Oğuz Atay’ın yazıldığı dönemde büyük tartışma konusu olmuş eseri Tutunamayanlar, 1972 yılında yayımlanmıştır. Eser, bilinç-akışı tekniğiyle döneme damgasını vurarak Türk Edebiyatı’nda yeni bir çağı başlatmıştır. Pek çok eleştirmen, Tutunamayanlar’ı Türk Dili’nde yazılmış en iyi eser olarak değerlendirmektedir. Tutunamayanlar Oğuz Atay ismiyle özdeşleşmiş bir roman olarak, büyük yazarımızın hayatından izler taşımasıyla da kısmen otobiyografik bir eser olarak da değerlendirilebilir. Roman, son derece üst düzey diliyle çevirisi en zor romanlar arasında yer alır. Tutunamayanlar, sadece birkaç dile çevrilebilmiştir. “Het leven in stukken” adı altında Flemenkçeye (Hollanda Dili) çevrilen eser, eserin Hollandalı çevirmenine ödül kazandırmıştır.
Albert Camus
1942’de yayımlanan Yabancı, romancı, tiyatro yazarı ve düşünür olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yalnız Fransa’da değil tüm dünyada kuşağının sözcüsü ve yol göstericisi olarak kabul edilen Albert Camus’nün, ilk ve en çok ses getiren yapıtıdır. Romanda, işlediği bir suçtan çok, gerçek duygularını dile getirdiği ve toplumun istediği kalıba girmeyi reddettiği için dışlanan bir “yabancı” aracılığıyla, XX. yüzyıl insanının içine düştüğü yabancılaşma anlatılır. Bir türlü ele geçirilemeyen “anlam”ın sürekli aranışını, bilincin toplumdan ve dış dünyadan kopuşunu, topluma yabancı duran kahramanın çevresiyle ve toplumla arasındaki çatışmayı anlatan roman, büyüleyici gücünü arka plandaki derin ve suskun acıdan alır. Camus, genç kahramanı Meursault’nun dış dünyayla arasına koyduğu mesafeyi, kendine ve topluma yabancılaşmasını, annesinin ölümü dahil her şeye nesnel bir biçimde yaklaşmasını büyük bir ustalıkla dile getirir.
Lewis Carroll
Roman, Alice adında bir kız çocuğunun, bir tavşan deliğinden geçerek girdiği fantastik bir dünyada başından geçen hikâyeleri anlatır. Bu hikâyeler yoluyla yetişkinlerin dünyasının, saf, temiz bir çocuğun gözünden ne kadar saçma göründüğünü gözler önüne sermektedir. Alice Harikalar Diyarında, dünya çocuk edebiyatının en tanınmış klasiklerinden birisi olarak kabul edilir. Ancak yalnızca çocuklara değil, yetişkinlere de hitap eden fantezi, roman, oyun ya da epik şiir olarak de değerlendirilmiştir. Viktorya döneminin politik ve dini çekişmelerini hicveden bir alegori, bir sembolizm olarak da görülmüştür.
Lewis Carroll
Alice Harikalar Ülkesinde'yi okuyanlar, o romandaki küçük Alice'in peşine takılıp o büyülü ülkede dolaşanlar, Aynanın İçinden adlı bu kitapta bir başka dünyanın içinde yeni bir yolculuğa çıkıyorlar. Alice, kedisinin yavrusu Kitty'yi de yanına alarak evindeki kocaman aynanın içene, yani Ayan-Ev'e girer. Bu evde, kendi evindeki her şeyin tıpkısı vardır, kitapların bile. Tek farkı, her şeyin ters oluşudur, öyle ki: yazılar bile tersinden yazılmaktadır bu ülkede; zaman ve olaylar da geriye gitmektedir. Alice bu garip Ayna-Ev'e girer girmez, kendini satranç taşlarının doldurduğu bir Ayna-Dünya'da bulur. Şah ile Vezir'in yerini alan Kızıl Kral ile yüz bir yaşındaki Kızıl Kraliçe, bu yeni dünyanın başkişileridir. İşin tuhafı, bu Ayna-Dünya'nın her yerinin bir satranç tahtasına benzemesidir. Herkes geriye doğru yaşamak-tadır. Yün ören koyunlar, saman yiyen bir Kral, Alice'in uğruna birbiriyle dövüşen Beyaz Şövalye ile Kızıl Şövalye, birbirinden tuhaf yaratıklar, Ayna-Ev'in içindeki bu renkli dünyada Alice'i şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklerler. Başlangıçta sıkıntı çekse de sonunda Alice de bu dünyaya uyum sağlar. Kedisiyle birlikte bu serüvenin içine doludizgin dalar.
George Orwell
1948 yılında tamamlanan ve 1949 yılında yayınlanan bu roman yazar George Orwell'ın Hindistan görevi sırasında İngiliz hükûmetinin sömürgelerini korumak için ne kadar acımasız ve diktatör olabileceğini anlamasından sonra kaleme alınmış ve günümüze kadar etkilerini sürdürmüştür. Kitap baştan sona Winston Smith'in despot bir yönetimde hayatta kalma çabasını anlatsa da despot yönetimden önce yaşayan insanlarla yaptığı sohbetler ve tuttuğu gizli bir günlük onun özgürlüğe karşı olan özlemini dile getirmektedir. George Orwell, kitap boyunca Winston'ın hayatını ve yaşadığı zorlukları süslü olmayan gerçekçi bir dille okuyucuya sunmaktadır. Kimi yerlerde hikâyelerin uzun tutulması okuyucuyu biraz sıksa da verilmek istenen mesajın açık olması ve ilerleyen sayfalarda Winston'ın başına neler geleceğine dair merak uyandırması kitabın akıcılığını arttırmaktadır. Özellikle kitabın sonlarına doğru Winston'ın yaşayacağı mı yoksa "buharlaşacağı mı" konusu okuyucuyu kitaba bağlamaktadır. Julia ile yaşadığı aşkın anlatımı ise takdire şayandır.
George Orwell
Hayvan Çiftliği, (orijinal adıyla Animal Farm) George Orwell'in mecazi bir dille yazılmış, fabl tarzındaki siyasi hiciv romanı. Roman ilk olarak 1945'te Birleşik Krallık'ta yayımlandı. 1996'da ise geçmiş tarihler için verilen Retro Hugo Ödülü'nü 1946 senesi için aldı. Roman, Stalinizmin eleştirisidir. Totalitarizme karşı bir solcu olan Orwell bu romanında SSCB'nin kuruluşundan itibaren meydana gelen önemli olayları kara mizah yoluyla ve mecazi bir dille anlatır. Hayvan Çiftliği çok yankı uyandırmış ve olumlu eleştiriler almıştır. Bir Stalinizm eleştirisi olmakla birlikte, II. Dünya Savaşı yıllarında müttefiklerini kızdırmak istemeyen Birleşik Krallık'ta sansüre uğramıştır. Romanın çizgi filmi çekilirken CIA tarafından değiştirildiği iddia edilmektedir. Roman 1999'da bu kez konusuna daha sadık bir senaryoyla filme çekilmiştir.
Stefan Zweig
İntihar, Stefan Zweig'ın zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavramdı. Yaşamanın bir anlamı kalmadığını anladığı anda yaşamına kendi eliyle son verebileceğini daha üniversite yıllarında söylemişti. İlk evliliği sırasında karısı Friederike'yi kendisiyle birlikte intihar etmesi için zorlayan, sonra bu düşüncesinden vazgeçen Stefan Zweig, yıllar sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ikinci karısıyla birlikte yaşamına son verdi. Yazar, önceki intihar girişimlerinden vazgeçmiş olsa da korkularını, romanlarındaki ve öykülerindeki kahramanlara yaşatıyor. Amok Koşucusu'nda yer alan öykülerin ortak izleği de intihar. Kendi yaşamından ya ada tarihteki gerçek kişilerin yaşamlarından kesitler katarak yazdığı bu öykülerde Stefan Zweig'ın duyarlı kişiliğini, olağanüstü gözlem gücünü olduğu gibi sayfalara yansıttığını görüyoruz. Yazdığı öykülerin en başarılı örneklerinin yer aldığı bu kitapta, bir uzun öykü olan Amok Koşucusu bir baş yapıt. İnsanı en güçsüz, en savunmasız yönleriyle ele alıp, insan ruhunun en derin katmanlarına inmeyi bilen, bütün bunları son derece canlı, ayrıntılı, çok yönlü bir anlatımla kaleme alabilen, okuru gerçekten etkileyebilen bir yazar Stefan Zweig. Yazdıklarının üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına karşın, öykülerinin, romanlarının bugünkü kuşaklar tarafından da aynı ilgiyle okunması, onun kalıcı bir yazar olduğunun en büyük kanıtı. Amok Koşucusu'nun bu yeni çevirisinde, daha önceki basımda yer almayan öyküler de bulunuyor.
Mektubu Stefan Zweig
Stefan Zweig, varlıklı bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak 1881 yılında Viyana’da dünyaya geldi. Yetişme çağında, ailesinin toplum içindeki saygınlığını yükseltecek ciddi bir eğitim alması sağlandı. Felsefe doktorası yaptı; edebiyat, psikiyatri ve müzikle ilgilendi. Akademik eğitiminin yanı sıra, Viyana’nın zengin, kozmopolit kültüründen alabildiğine beslendi. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca biliyordu. Sahip olduğu kültürel donanım Zweig’ı, Batı’nın hümanist geleneğine bağlamış ve 20. Yüzyılın birleşik Avrupa idealine doğru yönlendirmiştir.
Stefan Zweig
Stefan Zweig, 1881 yılında Viyana’da doğdu. Avusturya, Fransa ve Almanya’da öğrenim gördü. Savaş karşıtı kişiliğiyle dikkat çekti. 1919-1934 yılları arasında Salzburg’da yaşadı. Nazilerin baskısı yüzünden Salzburg’u terk etmek zorunda kaldı. İlk şiirlerini 1901 yılında yayımladı. Çok sayıda deneme, öykü, uzun öykünün yanı sıra büyük bir ustalıkla kaleme aldığı yaşamöyküleriyle de ünlüdür. Psikolojiye ve Freud’un öğretisine duyduğu yoğun ilgi, Zweig’ın derin karakter incelemelerinde ifade bulur. Özellikle tarihsel karakterler üzerinde yazdığı yorumlar ve yaşamöyküleri, psikolojik çözümlemeler bakımından son derece zengindir. Zweig, Avrupa’nın içine düştüğü siyasal duruma dayanamayarak 1942 yılında Brezilya’da karısıyla birlikte intihar etti.
Zülfü Livaneli
Ömer Zülfü Livanelioğlu, 20 Hazirfan 1946'da Konya'nın Ilgın ilçesinde dünyaya geldi. Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi 93 Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması üzerine Erzurum’a gelerek Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır. Ömer Efendi Harput Redif Taburu’na mülazım rütbesiyle atanır. Daha sonra burada çıkan çatışmada şehit düşer. Ömer Efendi’nin tek oğlu olan Zülfü Efendi, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde sorgu hakimi olarak görev yapar. Soyadı Kanunu çıktığında, babasının geldiği Artvin/Yusufeli/Livane Sancağı'na izafeten Livanelioğlu soyadını alır. Zülfü Efendi’nin oğullarından üçü de hakim olmuştur. En büyükleri ve Zülfü Livaneli'nin babası olan Mustafa Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanvekilliği’ne kadar yükselmiştir.
Sabahattin Ali
Roman kahramanı bankada çalıştığı işinden atılır ve yeni bir iş aramaya koyulur. Bu sırada okul arkadaşı ona kendi işyerinde bir iş verir ve bu işyerinde Raif isimli çok konuşmayan bir adamla tanışır. Kahramanımız Raif’i tanıdıkça aslında geçmişinin oldukça gizemli olduğunu öğrenir. Roman Almanya’da bir kadına tutkuyla aşık olan bir adamın hüzünlü öyküsünü anlatmaktadır. Türk edebiyatının belki de en iyi romanlarından biri sayılan Kürk Mantolu Madonna çalışmak için Almanya’ya giden genç bir adamın burada sergide gördüğü resimdeki kadına tutkuyla aşık oluşunu anlatmaktadır. Yazım ve dil yönünden Cumhuriyet dönemi edebiyatını temsil eden bu roman hem kısa olması hem de sürükleyici dili sayesinde okuyucuyu kendisine çekmektedir.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu, 2 Nisan 1948’de Kırklareli’nde öldürüldü. İstanbul İlköğretmen Okulu’nu bitiren Sabahattin Ali, Yozgat’ta bir yıl öğretmenlikten sonra, 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nca Almanya’ya gönderildi. 1930’da döndükten sonra Aydın, Konya ve Ankara ortaokullarında Almanca öğretmenliği, Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde memurluk ve Devlet Konservatuvarı’nda dramaturgluk yaptı. 1945’te Bakanlık emrine alındı, İstanbul’da Markopaşa adlı mizah gazetesini çıkardı. 1948’de bir yazısı yüzünden tutuklandı, üç ay kadar hapis yattı. Sürekli izlendiği için yurtdışına kaçmak istedi, ancak Kırklareli dolaylarında bir kaçakçı tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Şiirler, hikâyeler, romanlar yazdı, çeviriler yaptı. İlk yazıları Balıkesir’de Irmak dergisinde çıkmıştı (1925/26). Sabahattin Ali 1930’lu yıllarda öyküye gerçekçi ve yeni bir soluk getirmişti.
Halid Ziya Uşaklıgil
Halid Ziya Uşaklıgil 1866 yılında İstanbul’da doğmuştur. Altmış yıllık yazı hayatında şiir dışında pek çok eser kaleme almış, modern Türk edebiyatına romanları ve hikâyeleriyle damgasını vurmuş bir yazardır. Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilir. Edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bazı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Çeşitli konularda yazı ve makalelerin ardından nesir niteliğinde şiirler yazmış, bu ürünlerine “mensur şiirler” adını vermişti. Bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı.
Emily Brontë
Emily Bronte 1818 yılında İngiltere’de Thornton, Yorkshire'da doğdu. Altı çocuğun beşincisi olan Emily, Charlotte Brontë'nin küçük kız kardeşi idi. 1820'de aile Haworth'a taşındı. Çocukluk yıllarında, annelerinin ölümünün ardından, üç kız kardeş (Charlotte, Emily ve Anne) ve erkek kardeşleri Branwell Brontë hayalî yerler düşlemişlerdir ki bunların isimlerine hikâyelerinde rastlanmaktadır. Emily'nin o dönemde kaleme aldığı çalışmalarından çok azı bugüne ulaşabilmiştir. Emily 1838'de Halifax yakınlarındaki Mis Patchett'in Kızlar Akademisinde (Miss Patchett's Ladies Academy) çalıştı. Daha sonra kardeşi Charlotte ile birlikte Brüksel'deki özel bir okula devam etmiştir.
Honoré de Balzac
Honoré de Balzac 20 Mayıs 1799'da Fransa'da doğmuştur. Roman türünde büyük yapıtlar ortaya koymuştur. XIX. yüzyılda romantizmin egemen olduğu bir dönemde Realizmin öncüsü olmuş ve bu yönde eserler vermiştir. Romanlarında zamanın olaylarını büyük bir gerçeklik tablosu içinde verdiği görülür. Roman dünyasına her tabakadan insanın girmesine izin verir. Onun yapıtlarında her sınıftan, her meslekten, her yerleşim biriminden, her yaştan insan vardır. Yazar bütün yapıtlarını İnsanlık Komedyası adı altında toplamaya karar vermiştir. İnsanlık Komedyasını üç bölüm ve 137 kitaptan oluşan bir bütünlük içinde tasarlamıştır. Fakat bu tasarısı tam olarak gerçekleşmemiştir. Yazarın bazı romanları: Goriot Baba, Tılsımlı Deri Jugenie Grandet, Vadideki Zambak, Mutlak Peşindedir.
İvan Turganyev
İvan Turganyev 9 Kasım 1818'de Rusya’nın Orel kentinde doğdu. Babası soylu bir ailedendi, fakat yoksul düşmüşlerdi. Süvari albayı baba Turgenev, Spasskoye malikanesinin sahibi, yaşlı bir kadın olan, Varvara Petrovna Lutovina ile evlenir. Bu evlilikten İvan doğar. Okumuş, eğitime, kültüre düşkün fakat bir o kadar da sert olan annesi, suç işleyen toprak kölelerini acımasızca cezalandırır, kırbaçlatır. Turgenyev'in fikirleri bu durumlar yüzünden küçük yaşta şekillenmeye başlar. Aile 1827'de Moskova'ya göç ettiğinde Turgenev özel okullarda eğitim görüp, özel öğretmenlerden dersler alır. Henüz bir çocukken; Almanca, İngilizce ve Fransızca'yı anadili gibi konuşmaya başlar. Daha sonra Moskova ve Petersburg üniversitelerinde okur. Felsefe fakültesini iyi derecede bitirir.
Alphonse Daudet
Alphonse Daudet 1840 yılında Fransa'da doğmuştur. Naturalizm akımının temsilcisidir. Sapho, Değirmenimden Mektuplar eserleriyle ünlüdür. Ayrıca Jack diye ünlü bir dünya klasiği vardır. İyi bir eğitim aldıktan sonra Alais Koleji'nde "etüt denetleyicisi" olarak görev yaptı. Edebiyat alanında çalışmalar yapmak üzere Paris'e gitti. İlk defa "Les Amoureuses (Aşık Kadınlar)" (1858) adlı şiir kitabıyla tanındı. Değirmenimden Mektuplar kitabıyla adını dünyaya duyurmayı başardı.
Thomas Mann
Thomas Mann 6 Haziran 1875'te Almanya'da dünyaya gelmiştir. 1893'te annesi ve kardeşi ile birlikte Münih'e taşınmıştır. Güney Alman Yangın Sigorta Bankası'nda gönüllü olarak stajyerliğini yaptıktan sonra 1895 ve 1896 yıllarında Teknik Üniversite'de okumuştur. I. Dünya Savaşı sırasında Mann, Kaiser Wilhelm II'nin muhafazakarlığını destekledi ve liberalizme saldırdı. Ancak Von Deutscher Republik (1923), parlamento demokrasisinin yarı resmi bir sözcüsü olarak Mann, Alman entelektüellerini yeni Weimar Cumhuriyeti'ni desteklemeye çağırdı. Kasım 1922'de Die neue Rundschau'da ortaya çıkan 13 Ekim 1922'de Berlin'de Beethovensaal'da bir konferans verdi ve Novalis ve Walt Whitman'ın kapsamlı okumalarına dayanan Cumhuriyet'in ihtişamlı savunmasını geliştirdi. Bundan sonra siyasi görüşleri yavaş yavaş liberal sol ve demokratik ilkelere doğru kaymıştır.
José Mauro de Vasconcelos
26 Şubat 1920’de Rio de Janeiro yakınlarındaki Bangu kasabasında doğan José Mauro de Vasconcelos yazarlıkta ustalaşıncaya kadar boks antrenörlüğü, balıkçılık, heykeltıraş modelliği, hamallık ve garsonluk gibi çeşitli işlerde çalıştı. Yarı Kızılderili yarı Portekizli olan ve yoksul bir aileden gelen Vasconcelos bir süre Kızılderililerle birlikte yaşadı. Farklı işlerde çalışması onun farklı kültürlerle tanışmasına vesile olmuş; bu da kitaplarına yansımıştır. Romanları yazarın çok yönlü kişiliğini ve içinde bulunduğu arayışı yansıtır. Kitaplarında genellikle roman karakterlerinin zorlu yaşam koşullarını, yoksulluğu ve şiddeti tüm çıplaklığıyla yansıtır.
Yōko Ogawa
1962 yılında Japonya'nın Okayama şehrinde dünyaya gelen Yōko Ogawa (小川 洋子 Ogawa Yōko) Waseda Üniversitesinden (早稲田大学 Waseda Daigaku) mezun olduktan sonra yazarlık hayatına adımını atmıştır. 1988'den beri kırkın üzerinde kurgusal ve kurgusal olmayan çalışması yayınlanmıştır. 1988 yılında ilk kitabı olan Kelebeğin Parçalanışı (Agehacho ga kowareru toki, 揚羽蝶が壊れる時) yayınlanmış Kaien Edebiyat Ödülüne layık görülmüştür. 1990 yılında Akutagawa Ödülünü kazandığı Hamilelik Takvimi (Ninshin karendaa, 妊娠 カレンダー) adlı kitabı yayınlanmıştır. 2003 yılında ise Profesör ve Hizmetçi (Hakase no aishita sushiki, 博士の愛した数式) kitabı ile Yomiuri ve Hon'ya Taishō Ödüllerini kazanmıştır.
William Golding
1911'de İngiltere'nin Güney Batısında bir şehir olan Cornwall'da doğan William Golding, Oxford Üniversitesini bitirdikten sonra oyuncu, öğretim görevlisi, denizci, müzisyen ve okul müdürü gibi sıfatlarla çalıştı. 1934 yılında Şiirler (Poems) adlı ilk kitabını yayınladı. İkinci Dünya Savaşında Kraliyet Donanmasında görev aldı ve savaş boyunca Sineklerin Tanrısı (Lord of The Flies) kitabını yayınlacak kadar birçok olumsuz olaya tanık oldu. O yıllarda Nazi Almanyasına karşı hayatta kalma mücadelesi veren ve adalarını korumak için çocukları dahi savaşa sokan İngiliz ulusu Golding'in çocuklara bakış açısını ve çocukluğa olan inancını kökten değiştirecekti. Nitekim de öyle oldu ve 1953 yılının Eylül ayında ilk romanı olan Sineklerin Tanrısını yayınlamak için yirmiye yakın yayınevine başvurdu. Başvurduğu tüm yayınevileri tarafından reddedilse de Faber and Faber Yayınevi 17 Eylül 1954 tarihinde William Golding'in büyük ses getirecek ilk romanı olan Sineklerin Tanrısını yayınladı.
Kapak Önizlemesi Oluşturma
Bu makalemde Amazon Kindle Paperwhite marka e-Kitap okuyucu için nasıl kapak önizlemesi oluşturabileceğinizi anlatacağım. Kindle e-Kitap okuyucu kullandıysanız ana sayfadaki kitap kapağı görsellerinin olmadığını fark etmişsinizdir. Birazdan anlatacağım adımları doğru bir biçimde uyguladığınızda e-Kitap okuyucunuz yukarıdaki gibi açılacak ve sanal kütüphanenizdeki kitapların kapakları önizlemeli olarak görüntülenecek.
Italo Svevo
1861’de İtalya’nın Trieste kentinde doğan Aron Ettore Schmitz, yazarlıkta ustalaştıktan sonra İtalo Svevo takma adını kullanmaya başlamıştır. Zeno’nun Bilinci yazarın başyapıtı olarak gösterilmektedir. 1928 senesinde 66 yaşında yaşamını yitirene kadar yazarlık Svevo’nun en büyük tutkusu olmuştur. Alman kökenlerinden dolayı kısa bir süre Almanya’da ticaret okulunda okur ve burada Almanca öğrenir. Almanya’da yaşadığı yıllar boyunca psikolojiye büyük ilgisinden dolayı 1900 yılında Freud’un Düşlerin Yorumu çalışmasını İtalyancaya çevirir.