Büyülü Dağ - Thomas Mann
künye
Thomas Mann 6 Haziran 1875'te Almanya'da dünyaya gelmiştir. 1893'te annesi ve kardeşi ile birlikte Münih'e taşınmıştır. Güney Alman Yangın Sigorta Bankası'nda gönüllü olarak stajyerliğini yaptıktan sonra 1895 ve 1896 yıllarında Teknik Üniversite'de okumuştur.
I. Dünya Savaşı sırasında Mann, Kaiser Wilhelm II'nin muhafazakarlığını destekledi ve liberalizme saldırdı. Ancak Von Deutscher Republik (1923), parlamento demokrasisinin yarı resmi bir sözcüsü olarak Mann, Alman entelektüellerini yeni Weimar Cumhuriyeti'ni desteklemeye çağırdı. Kasım 1922'de Die neue Rundschau'da ortaya çıkan 13 Ekim 1922'de Berlin'de Beethovensaal'da bir konferans verdi ve Novalis ve Walt Whitman'ın kapsamlı okumalarına dayanan Cumhuriyet'in ihtişamlı savunmasını geliştirdi. Bundan sonra siyasi görüşleri yavaş yavaş liberal sol ve demokratik ilkelere doğru kaymıştır.
1930'da Mann, Berlin'de "Namaza İtiraz Etmek" başlıklı bir kamuoyu açtı; burada Nasyonal Sosyalizmi şiddetle kınadı ve direnişi işçi sınıfı tarafından teşvik edildi. Bunu, Nazilere saldırdığı çok sayıda makale ve ders izledi. Aynı zamanda, sosyalist fikirler için artan bir sempati ifade etti. 1933'te Naziler iktidara geldiğinde Mann ve eşi İsviçre'de tatil geçiriyordu. Nazi politikalarının çarpıtılması nedeniyle oğlu Klaus ona dönmemesi tavsiyesinde bulundu. Ancak, Thomas Mann'ın kitapları, kardeşi Heinrich ve oğlu Klaus'un aksine, muhtemelen 1929'da edebiyatta Nobel ödüllü olduğu Mayıs 1933'te Hitler'in rejimi tarafından kitapları yakılanlar arasında değildi. Nihayet 1936'da Nazi Hükümeti Alman vatandaşlığını resmen iptal etti.
Savaş sırasında Mann, bir dizi anti-Nazi radyo-konuşması, Deutsche Hörer yaptı! ("Alman dinleyiciler!"). Onlar ABD'de kasete kaydedildi ve daha sonra BBC'nin Alman dinleyicilerine ulaşmayı umarak gönderdiği Büyük Britanya'ya gönderildi.
Thomas Mann'ın birçok yazınsal eseri bulunmaktadır. Bunlardan on yedi tanesi Türkçeye çevrilmiştir. En ünlü eserleri Buddenbrook Ailesi, Tristan, Büyülü Dağ ve Doktor Faustus'tur. 1924 yılında yayınladığı Büyülüğ Dağ kitabı ile 1929 Nobel Edebiyat Ödülüne lâyık görülmüştür.
Kitabın Konusu
Bir tersanede işe başlamak üzere olan Hans Castrop, Alplerdeki hasta kuzeni Joachim Ziemmsen'i ziyarete gider. Kuzeni ile birlikte üç hafta kalmayı planladığı Uluslararası Berghof Sanatoryumunda kendisinin de hasta olduğunu anlamasıyla ziyareti yedi yıla çıkar. Bu süre içerisinde birçok yeni kişi ile tanışan ve sıradışı olaylara tanık olan Hans Castrop yedi yıl boyunca yaşadığı anılarını okuyucuyla paylaşır.
Kimi zaman hastalanıp yataklardan çıkamayan Hans Castrop kimi zaman aşık olup yaşamına yeni anlamlar katacaktır. Edindiği arkadaşlar ile uzun muhabbetlere girecek olan Hans'ın sıradan gibi gözüken fakat sıradışı bir yaşam öyküsünü anlatan Büyülü Dağ'ı İris Kantemir'in eşsiz çevirisi ile okuyabilirsiniz.
Kitap Eleştirisi
Kitabı 1 Ocak 2015'te almama rağmen ve birkaç kez okumaya tenezzül etmiş olsam da birkaç gün önce aldığım kesin bir kararla sonuna kadar okudum. Kitap iki cilt olarak yayınlanmakta ve oldukça uzun.
Toplamda 881 sayfadan oluşan bu kitap durum betimlemelerinden hoşlanan okuyucular için ideal. Hemen her durum en ince ayrıntısına kadar anlatılmış. Kimi yerler o kadar uzun tutulmuş bu bölüm ne zaman bitecek dediğiniz zamanlar oluyor. Özellikle insan anatomisi, hücre ve atomların anlatıldığı bölüm anlatılan en uzun konu diyebilirim.
Süslü anlatımlara oldukça fazla yer verilen Büyülü Dağ, zamanın insanlarını yakından tanımak isteyenler için güzel bir kitap. Özellikle İris Kantemir'in başarılı çevirisi ile durum betimlemelerine doyabileceğiniz türde. Uzun anlatımlardan sıkılmıyorsanız Büyülü Dağ kitaplığınızda bulunması gereken başyapıtlardan biri.
Roman Kahramanları
Albin: (s297) Tapir yüzlü ölümcül hastalığı olan adam
Alfreda Schildknecht: (s137) Hemşire Berta'nın asıl adı
Ammy Nolting: (II. Cilt s94) Kadın hastalardan biri
Anton Karlovitch Ferge: (s382) Petersburglu hasta
Anton Schneermann: (s190) Hastalardan biri
Behrens: (s16) Uluslararası Berghof Sanatoryumunun başhekimi
Berta: (s137) Hemşire
Blugin: (II. Cilt s15) Hastalardan biri
Blumenkohl: (bkz. Leo Blumenkohl)
Bugenhagen: (s35) Hans Castorp'u vaftiz eden rahip
Chauchat: (s101) Rus hasta kadın
Cienzynski: (II. Cilt s421) Polonyalı adam
Clavdia: (s176) Chauchat'ın ön adı
Dona Perez: (II. Cilt s196) Barcelonalı hasta
Eberding: (s50) Askeri doktor
Elia Naphta: (II. Cilt s123) Leo Naphta'nın babası
Einhuf: (s367) Çapkın avukat
Ellen Brand: (II. Cilt s384) Danimarkalı sarı saçlı on dokuz yaşındaki kız
Elly: (bkz. Ellen Brand)
Emerentia: (II. Cilt s259) Cüce kadın
Engelhart: (s95) Terzi kadın
Ferdinand Wehsal: (bkz. Wehsal)
Fiete: (s32) Castrop ailesinin hizmetçisi
Fiume: (s83) Hastalardan biri
Franzchen Oberdank: (s338) Sarı saçlı kız
Fritz Rotbein: (bkz. Rotbein)
Ganser: (s274) Kalın dudaklı hasta
Hans Castorp: (s9) Romanın başkahramanı. Hamburglu. Graubünden eyaletindeki Davoz-Platz'a kuzeni Joachim Ziemssen'i ziyaret etmek için yola çıkıyor. Asıl amacı 3 hafta kaldıktan sonra Tunder ve Wilms adlı firmada işe başlamak
Hans Lorenz Castorp: (s32) Hans Castorp'un büyük babası
Hansa: (s50) Hans Castorp'un kısa adı
Heidekind: (s31) Hans Castorp'un aile doktoru
Hermine Kleefeld: (s68) Solunum hastalığı olan kadın
Hesekiel: (s35) Yaşlı rahip
Hippe: (s152) Hans Castorp’un 12 yaşındayken konuştuğu lise tarih öğretmeninin oğlu
Hujus: (s72) 28 numarada kalan hasta
Iltis: (s26) Şişman ve çilli hasta kadın
Jacob: (s35) Aziz
James Tienappel: (bkz. Tienappel)
Joachim Ziemssen: (s14) Hans Castorp'un kuzeni. Kara saçlı, iri kara gözlü, düzgün hatlı dolgun dudaklı ve dudaklarının üzerinde küçük bir bıyığı var.
Kafka: (s82) Başka bir sanatoryumda profesör
Kapatsouilas: (s2) Midillili kadın hasta
Karen Karstedt: (s191) Bahrens'in özel hastalarından bir kız
Karoline Stöhr: (bkz. Stöhr)
Karsen: (s378) Hastalardan biri
Knut: (s355) Bahrens'in oğlu
Krokowski: (s26) Bahrens'in asistanı olan doktor
Lauro: (s382) Yakışıklı Fransız hasta
Leila Grengross: (s371) Ölmek üzere olan genç kız
Leo Blumenkohl: (s95) Odessalı Rus doktor. Aynı zamanda hastalardan biri
Leo Naphta: (II. Cilt s123) Kasap
Levi: (s69) Solunum hastalığı olan kadın
Lodovico Settembrini: (bkz. Settembrini)
Luise Ziemssen: (II. Cilt s194) Joachim Ziemssen'in annesi. Hans Castorp'un teyzesi
Lukacek: (II. Cilt s43) Terzi
Magnus: (s159) Bira imalatçısı adam
Mallinckrodt: 50 numaralı odada yatan hasta kadın
Marusya: (s90) Rus kadın
Michael Lodygowski: (II. Cilt s421) Polonyalı adam
Miklosich: (s99) Bükreşli yüzbaşı
Minos: (s76) Otuz beş yaşlarında, geniş omuzlu ve tıknaz adam
Mylendonk: (s81) Başhemşire
Mynheer Peeperkorn: (II. Cilt s254) Orta yaşlı Hollandalı adam
Naphta Lukacek: (bkz. Lukacek)
Paravant: (s99) Dortmuntlu savcı
Peter: (s42) Tianappel'in iki oğlundan biri. Hans Castorp'un kuzeni
Polypraxious: (II. Cilt s94) Boya fabrikası sahibinin oğlu genç Yunanlı
Popov: (s369) Sıska Rus öğretmen
Pribislav Hippe: (bkz. Hippe)
Rahel Naphta: (II. Cilt s126) Leo Naphta'nın annesi
Rasmussen: (s274) Öğrenci
Redish: (II. Cilt s120) Polonyalı bir sanayicinin karısı
Redisch: (s367) Kadın hastalardan biri
Robinson: (s95) İngiliz hasta bekar kadın
Rosinski: (II. Cilt s421) Polonyalı adam
Rotbein: (s138) Avusturyalı süvari
Salomon: Amsterdamlı hasta şişman kadın
Salzmann: (s83) Profesör Kafka'nın doktorlarından biri
Schallen: (s43) Tienappel'in evinin işlerini yapan kadın
Schatzalp: (II. Cilt s13) Yunan hasta
Settembrini: (s75) Hans Castorp ve Joachim Ziemssen'in İtalyan arkadaşı
Sonnenschein: (II. Cilt s420) İş adamı
Stöhr: (s26) Cannstattlı bir müzisyenin karısı
Tamara: (s261) Hastalardan biri
Teddy: (s380) On dört yaşında hasta sarışın oğlan
Tienappel: (s12) Hans Castorp'un amcası
Ting-Fu: (II. Cilt s271) Doktor
Turhnerr: (s236) Masör
Unterpertinger: (II. Cilt s126) Rahip
Wehsal: (II. Cilt s107) Çürük dişli Mannheimlı tüccar hasta
Wenzel: (II. Cilt s107) Hastalardan biri
Wiedemann: (II. Cilt s419) Yahudi iş adamı
Wurmbrandt: (s99) Başkonsolosun karısı Viyanalı kadın hasta
Zimmermann: (s378) Kadın hastalardan biri
Zutawski: (II. Cilt s421) Polonyalı adam
Yazınsal Sözcükler ve Deyimler
Ablak: Yayvan ve dolgun (yüz)
"Servisi, ablak yüzünden sağlık fışkıran ve genizden gelen bir lehçeyle konuşan, siyah giyisili, beyaz önlüklü candan bir kız yapıyordu."
Amboli: Damar tıkanıklığı
"İlk önce annesi, beklenmedik bir durumda, ikinci çocuğunun doğumunu beklerken Dr. Heidekind'in dediğine göre, filibit geçirirken, damarı tıkanınca ani bir kalp krizinin yol açtığı bir amboliden ölmüştü."
Arya: Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça
"'Hay Allah, bu tam bir arya!' diye düşündü Hans Castorp şaşkınlık ve utanç içinde."
Bariton: Tenor ve bas arasındaki erkek sesi
"Genç adamın elini sıkarkenki içten gülümsemesi, sakalının altından sararmış dişlerinin görünmesine yol açtı ve yabancı aksanını az da olsa belli eden bariton sesiyle, 'Hoş geldiniz Herr Castorp. Umarım kısa zamanda alışıp burada bizimle kendinizi evinizde hissedersiniz. Hasta olarak geldiniz değil mi? Sorumu bağışlayın.' dedi."
Biye: Genellikle giysinin yaka, kol, etek çevresine kendi kumaşından veya başka kumaştan geçirilen ince şerit
"Hans Castorp daha sonra yemekte Madam Chauchat'ın iri düğmeli, ceplerine biye geçmiş altın sarısı bir kazak giydiğini hatırladı."
Buhurdan: İçinde tütsü için kullanılan maddeler yakılan kap, buhurluk
"O sırada durmuşlardı, buhurdanı taşıyan oğlan kapıyı tıklattı, sonra açıp efendisine yol verdi."
Drape: Herhangi bir kıyafette, elbisede katlanarak dikilmiş kısımlar
"Narin ama hiç de zayıf olmayan göğsünün mavimsi drapenin altında kaybolduğu yerdeki cildin donuk ışıltısı sanki doğadan alınmıştı."
Emaye: Üzeri emayla kaplanmış olan
"Purolar, üzerinde yaldızlı bir dünya, birçok madalya ve önünde bayraklar dalgalanan bir sergi sarayının resmi olan çok hoş emaye kutular içinde gelmişti."
Enfiye: Kurutulmuş tütünden yapılan ve burna çekilen keyif verici, aksırtıcı toz, burun otu
"Enfiyeye çok düşkün olduğu için kablumbağa kabuğundan yapılma, altın kaplama, uzunca enfiye kutusunu her zaman elinin altında bulundururdu."
Frak: Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğinin arkası beline kadar yırtmaçlı, siyah erkek ceketi veya takımı
"Büyükbaba ve torun, on sekiz ay boyunca öğleden sonra saat dörtte burada birlikte yemek yemişler ve onlara, iki kulağında iki küpe, frakında gümüş düğmeler ve efendisinin taktığı kravatın aynısı olan patiska kravatı, gene efendisini taklit ederek boynuna gömdüğü sinekkaydı çenesiyle, yaşlı Fiete hizmet etmişti."
Goblen: Kanaviçe veya telleri sayılabilecek türde kumaş üzerine renkli iplikle yapılan özel bir işleme. Bir tür işlenmiş kumaş
"Dört bir tarafta ipek vardı: şarap rengi ve mor ipek; biçimsiz görünümlü kapıları bunlar gizliyordu, ayrıca, pencerelerin üzerinde ipek volanlar, odanın bir ucunda da başka bir kapının karşısında duvarı baştan başa kaplayan goblen işlemenin önünde yine ipekle kaplı kanepe ve koltuklar vardı."
İnterkostal: Göğüs boşluğunun yan tarafını oluşturan üstte sırt omurlarına, altta doğrudan veya dolaylı olarak göğüs kemiğine bağlanan hafif kıvrık çubuk biçimindeki kemikler, kosta
"Çok kötü sayılmaz ama alt tarafa iyice dolu, ikinci interkostalden de hırıltılar geliyor."
Jüpon: İç etek
"Küçük adımlarla, iki büklüm, jüponunu hışırdatan aceleyle merdivene yöneldi, bir şey düşünürcesine ansızın duraksadıktan sonra, merdivenleri tırmanmaya başladı ve hâlâ iki büklüm ve mendili ağzında gözden kayboldu."
Kantaron: Kızılkantarongillerden, hekimlikte kullanılan, sarı çiçekli, acı köklü, küçük bir bitki
"Yamaçtaki çimende kısa saplı yıldız biçiminde kantaronlar açmıştı."
Konsül: Roma'da her yıl seçilen iki devlet başkanından her biri
"Konsül Tienappel resmi bir davet verdiğinde tutulan garsonların denetlenmesinden o sorumluydu; elinden geldiğince de küçük Hans Castorp'a annelik ediyordu."
Konsültasyon: Bir hastalığa birkaç uzman hekimin birlikte tanı koyması işi
"'Evet, şimdi, yürüyüşe çıkmadan önce. Bir tür konsültasyon oldu ama biliyor musunuz, sine pecunia.'"
Kopça: Bir giysinin iki yanını bitiştirmeye yarayan ve metal bir halka ile bir çengelden oluşan araç, agraf
"Yıpranmış kahverengi deri bir ceketi vardı, ayağına da, kopçalı, kaba saba keçe botlar giymişti."
Kruvaze: Ön parçaları birbiri üzerine gelecek biçimde yapılan (ceket, yelek)
"Eskimeye yüz tutmuş, koyu renk kruvaze bir takım giymiş, ayağındaki gri yün çorapların üzerine sandalete benzer açık ayakkabılar geçirmişti."
Kür: İyi bakım ve ilaç tedavisi
"Biraz oturalım, sonra eve döneriz. Benim dinlenme kürüm yaklaşıyor."
Laternacı: Laterna yapan, satan veya çalan kimse. Laterna: Kolu çevrilerek çalınan, sandık biçiminde bir org türü
"'Bu bir laternacı,' diye düşündü ve Joachim kalkıp onları tanıştırdığında duyduğu adı hiç yadırgamadı."
Marköz: Bazı kâğıt oyunlarda kazanılan puanları kaydetmeye yarayan tahta
"İçindeki eşyalar, senatörün puro dolabının durduğu bir etajer, çekmecesinde kartvizitler, oyun zarları ve pulları, arkalarında açılır kapanır destekleri olan marközler, kâğıttan puro tutacakları ve tebeşir tutacağıyla bir karatahtanın ve daha bir sürü şeyin durduğu küçük bir oyun masası, en sonda dibe doğru camlarına içerden sarı ipekten perdelerin takılmış olduğu gül ağacından yapılma rokoko stilinde bir dolaptan oluşuyordu."
Maroken: Fas'ta işlenen yumuşak bir tür keçi derisi
"Yanaklarını pudraladı, file külotunu ve kırmızı maroken terliklerini giydi ve ellerini kurulaya kurulaya, yandaki balkonlardan parmaklığa dek uzanan buzlu cam bir bölmeyle ayrılmış olan özel balkonuna çıktı."
Matah: İnsan, mal, eşya vb. için küçümseme yollu bir söz
"'Müziğe pek yeteneğim yoktur, bunlar da öyle matah parçalar değil, ne klasik ne de modern, özellikle de çalınışları; biraz teneke."
Maun: Tespih ağacıgillerden, Hindistan ve Honduras'ta yetişen büyük bir orman ağacı, akaju
"Yaşlı adam, başını sallar, sandalyesinin yüksek maun arkalığıyla masanın arasında dimdik oturarak, tabağına hiç eğilmeden yemek yemeyi sürdürü, karşısında oturan torunu da sesini çıkarmadan yoğun ama bilinçsiz bir dikkatle büyükbabasının ellerinin -uçları sivri biten tırnaklı yuvarlak parmakları olan, ince, beyaz, yaşlı ama güzel ellerdi bunlar ve sağ elin parmaklarından birine armalı yeşil bir yüzük takılıydı- çatalın ucuna birkaç deneyimli hareketle bir parça et, sebze ya da patates takışını ve onu başını biraz öne eğerek ağzına götürüşünü izlerdi."
Muslin: Sık dokunmuş, parlak, ince, yumuşak bir kumaş türü
"Güneş öylesine yakıcıydı ki herkes kaldırdığı en ince yazlık giysilerini, muslin elbilerini ve keten pantolonlarını bulup çıkarmak gereğini duydu."
Pasyans: Tek bir oyuncunun dağıtılmış kâğıtları belli bir sırada dizmesi esasına dayanan iskambil oyunu
"Hans Castorp günün her saatinde ve her yerde, geceleri yıldızların altında, sabahları pijamasıyla, yemek yerken ya da düşünde bile pasyans açar olmuştu."
Patiska: Çoğu pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez, hasse, hasa
"Büyükbaba ve torun, on sekiz ay boyunca öğleden sonra saat dörtte burada birlikte yemek yemişler ve onlara, iki kulağında iki küpe, frakında gümüş düğmeler ve efendisinin taktığı kravatın aynısı olan patiska kravatı, gene efendisini taklit ederek boynuna gömdüğü sinekkaydı çenesiyle, yaşlı Fiete hizmet etmişti."
Pelüş: Bir yüzü uzun tüylü, yumuşak ve parlak, kadifeye benzer bir kumaş türü
"Kolları olmayan, arkası yüksek, pelüş kaplı Rönasans stili bir sandalyeydi bu."
Pileli: Kumaşı katlanmş elbise stili
"Büyükbabasının dışarı çıktığında taktığı garip yuvarlaklığı olan silindir şapkada da durum aynıydı; o da, daha üst düzeyde bir gerçeğe dayanan resimdeki şapkayla bağlantılıydı; ayrıca küçük Hans Castorp'un tam bir örnek olarak gördüğü kenarına kürk geçirilmiş pileli uzun redingot da öyle."
Pötikare: Küçük kareli kumaş
"İşte şimdi de, doktor gömleği yerine pötikare bir redingot giymiş olarak, şapkasını geriye atmış, çakıl taşı döşeli patikadan onlara doğru geliyordu; onun da ağzında bir puro vardı ama büyük beyazımsı dumanlar çıkarttığı purosu siyahtı."
Raspa: Demir, tahta yüzeylerdeki boya, pas vb.ni çıkarma, pürüzleri gidermek amacıyla kullanılan iri dişli bir törpü
"Ağaç kalınlığında kalaslarla desteklenmiş, omurgaları çıplak, pervaneleri çıkartılmış olarak kuru toprağın üzerinde dev gibi ama çaresiz dururlar, üzerlerinde de, çekiş sallayan, raspa ve boya yapan cüce bir içi ordusu olurdu."
Redingot: Arkası yırtmaçlı, etekleri uzun, çift sıra düğmeli, resmî erkek ceketi
"Büyükbabasının dışarı çıktığında taktığı garip yuvarlaklığı olan silindir şapkada da durum aynıydı; o da, daha üst düzeyde bir gerçeğe dayanan resimdeki şapkayla bağlantılıydı; ayrıca küçük Hans Castorp'un tam bir örnek olarak gördüğü kenarına kürk geçirilmiş pileli uzun redingot da öyle."
Sahtiyan: Tabaklanarak boyanmış ve cilalanmış genellikle keçi derisi
"Sahtiyandan yapılma yüksek topluklu kırmızı botlarının üzerinde küçük adımlar atarak yürüyordu; boynuna da pek temiz olmayan kuştüyünden uzun bir eşarp dolamıştı."
Sanatoryum: Özellikle veremli hastaların iyileştirilmesi için kurulmuş sağlık kuruluşu
"Joachim, 'Göründüğü gibi sanatoryumumuz köyden daha yükseklerde,' diye sözünü sürdürdü."
Savat: Gümüş üstüne özel bir biçimde kurşunla işlenen kara nakış
"Günün belirli saatlerinde onu, balkonunun parmaklığı önünde sağlığı için derin soluk alma egzersizleri yaparken görebiliyordunuz - yürüyüşlerde de kullandığı savat tutacaklı bastonunu yatay olarak ensesinde tutuyor ve tahta gibi göğsü inip kalkıyordu."
Tarazlanmak: Deri pütür pütür olmak
"Tırnak yeme gibi zararsız bir alışkanlığı varmışçasına tırnak etleri tarazlanmıştı."
Tarh: Bahçelerde çiçek dikmeye ayrılmış yer
"Düzlüğün bir bölümü, çakıl taşından patikaları ve çiçek tarhları olan bir bahçe yapmak için çitle çevrilmiş, gümüş rengi ulu bir çamın dibine de yapay bir mağara oyulmuştu."
Tunik: Pantolon veya etek üzerine giyilen, dizlere kadar inen üst giysisi
"Sonra, terliklerini ve tuniğe benzer ceketini giyerek rahatladı, eline bir çizelge, bir kalem ve Rusça bir dilbilgisi kitabı aldı -mesleğinde işe yarayacağını umduğu için Rusça öğrendiğini söylüyordu- ve böylece donanımını tamamladıktan sonra, balkondaki şezlonga uzandı ve devetüyü battaniyesiyle ayaklarını biraz örttü."
Vatka: Giysilerde, omuzların dik durmasını sağlamak amacıyla içine konulan parça
"Redingotun vatkalı, kenarına su geçmiş geniş kollarının altından çıkan, kenarına dantel geçmiş ikinci bir kumaştan yapılma manşetler parmaklarını bile örtüyordu."
Vecit: Sevgiden ya da coşkudan doğan duygulanım, kendinden geçme, coşu, coşma, esrime
"Rahip, üstü örtülü viacticum'u göğsüne bastırmış, başını vecit içinde yana eğmiş, onlara göre kutsalların en kutsalı."
Volan: Kadın giysilerinin etek ucu, kol vb. yerlerine verev kesilmiş kumaştan yapılan süs
"Dört bir tarafta ipek vardı: şarap rengi ve mor ipek; biçimsiz görünümlü kapıları bunlar gizliyordu, ayrıca, pencerelerin üzerinde ipek volanlar, odanın bir ucunda da başka bir kapının karşısında duvarı baştan başa kaplayan goblen işlemenin önünde yine ipekle kaplı kanepe ve koltuklar vardı."
Yapağı: İlkbaharda kırkılan koyun tüyü, yapak
"Bir akşam, onun, başkalarını arasında durmuş, karanlık bir ifadeyle küçük salonda oturan ve yapağı saçlı Tarama'yla (komik kızın adı buydu), Dr. Blumenkohl'le, göcük göğüslü adamla ve masasından olan düşük omuzlu gençle konuşan, o çürük ama hoş kadına baktıktan sonra döndüğünü ve çevreyi kolaçan ettikten sonra, dudaklarında hüzün bir ifadeyle, omzunun üzerinden ona gözünün ucuyla kaçamak bir bakış fırlattığını, yüzünün kızardığını ve gözleriniğ yerden kaldıramadığını gördü."
Yoz: Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan
"Ve bir kez daha, onurun kısıtlamalarından kurtulmanın ve ayıbın sonsuz yararlarının nasıl olacağını düşündüğünde içinden yükselmiş olan o tatlı yoz duygu onu baştan aşağı sardı ve aynı tatlılığı bu kez düşünde dolu dolu yaşadı."
Zangoç: Kilise hizmetini gören ve çan çalan kimse
"'Aziz Jacob'un zangoçu, suyu bizim yaşlı Rahip Bugenhagen'in avucuna döktü ve su senin saçlarından bu çanağa süzüldü.'"
Zatülcenp: Göğüs sancısı, ateş, titreme, öksürük vb. belirtilerle ortaya çıkan akciğer zarı yangısı, satlıcan
"Şuradaki çıkıntıyı, şu ufak yüksek noktayı gördünüz mü? O on beş yaşında geçirdiği zatülcenpten kalma."