Amok Koşucusu – Stefan Zweig
künye
Stefan Zweig, varlıklı bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak 1881 yılında Viyana’da dünyaya geldi. Yetişme çağında, ailesinin toplum içindeki saygınlığını yükseltecek ciddi bir eğitim alması sağlandı. Felsefe doktorası yaptı; edebiyat, psikiyatri ve müzikle ilgilendi. Akademik eğitiminin yanı sıra, Viyana’nın zengin, kozmopolit kültüründen alabildiğine beslendi. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca biliyordu. Sahip olduğu kültürel donanım Zweig’ı, Batı’nın hümanist geleneğine bağlamış ve 20. Yüzyılın birleşik Avrupa idealine doğru yönlendirmiştir.
I. Dünya Savaşı başladığında, Zweig silah taşımayı reddetti ve vatani görevini, Savunma Bakanlığı’nın arşivinde hizmet vererek yerine getirdi. Çok geçmeden, arkadaşı Fransız yazar Romain Rolland gibi barış yanlısı bir politik tutumu benimseyerek Avusturya’yı terk etti ve savaşın sonuna dek İsviçre’de kaldı. Zweig barış fikrini savunmayı yaşamı boyunca sürdürecek; ne var ki savaş tamtamlarının kulakları sağır ettiği dünyada barış ve sağduyu çağrısı yankı bulmayacaktı.
İlk Dünya savaşını izleyen 1920’li yıllar, Stefan Zweig’ın yazarlık kariyerindeki en verimli dönemidir. Edebiyata şiirle başlamış ve ilk şöhretini Baudelaire, Verlaine gibi şairlerden yaptığı çevirilerle sağlamış olsa da, bu dönemde yazdığı uzun ve kısa öyküler ile usta bir yazar olduğunu kanıtlamıştır. Korku (1920), Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (1922), Amok (1922), Bir Kalbin Ölümü (1927), Karışık Duygular (1927), Bir Kadının 24 Saati (1927), Sahaf Mendel (1929) gibi çoğu uzun öykü (novella) türündeki anlatıları bugün 20. yüzyıl klasikleri arasında sayılıyor.
Zweig’ın karakter yaratma ve karakterlerin ruhsal gerilimlerini aktarma beceresini Freud’la olan dostluğuna ve onun kurucu teorisine borçlu olduğu hep söylenegelmiştir. Öte yandan, hikâye anlatıcılığındaki mahareti ve daha ilk sayfalarda yükselttiği gerilimi anlatının sonuna dek dorukta tutabilme ustalığıyla da benzersizdir. Pek çok eserinin sinemaya uyarlanmış olduğunu, iç ve dış “çatışma”ları yansıtmada ne denli başarılı olduğunun bir ispatı olarak belirtelim.
Zweig, biyografi türünde de çok sayıda eser üretmiş; tarih, felsefe ve edebiyat alanındaki araştırmalarını renkli ve şiirsel üslubuyla bezeyerek pek çok ünlü şahsiyetin hayatını kalemiyle canlandırmıştır. Biyografisini yazdığı ünlüler arasında Nietzsche, Erasmus, Montaigne gibi düşünürler; Marie Antoinette, Maria Stuart gibi kraliçeler; Balzac, Dickens, Dostoyevski, Stendhal, Tolstoy gibi edebiyat dehaları bulunmaktadır. Deneme tarzında yazdığı Yıldızın Parladığı Tarihsel Anlar (1927) başlıklı kitabında, tarihe mal olmuş on dört kişinin hayatlarından kısa kesitleri minyatür gibi işlemiştir.
1933’te Nazilerin ateşe attığı kitaplar arasında Stefan Zweig’ın yazdıkları da bulunuyordu. Zweig 1934 yılında Avusturya’yı bir kez daha terk etmek zorunda kaldı ve İngiltere’ye yerleşti. Hitler ordularının Fransa’yı işgalinden sonra Atlantik’i geçerek ABD’ye, oradan da Güney Amerika’ya gitti. Son büyük eserlerinden Merhamet (1939) ile ölümünden sonra yayınlanan Satranç Ustası (1942), Zweig’ın ikinci eşi Lotte ile birlikte oradan oraya sürüklendiği bu ümitsiz yılların ürünüdür.
Lotte ve Stefan Zweig, 1940 yılının Ağustos’unda Brezilya’nın Rio de Janerio kenti yakınlarına yerleşmeye karar verdiler. Burada tamamladığı ve Avrupa’nın savaş öncesi kültürel hayatını, özellikle de Viyana’yı anlattığı otobiyografik metin Dünün Dünyası (1942), Zweig’ın en son yapıtı oldu. Avrupa’nın kendini imha ettiğine ve bir daha eski haline asla dönemeyeceğine inanıyordu. 22 Şubat 1942’de Lotte ile veda notlarını yazdılar; çok miktarda ilaç alarak son uykularına daldılar. Uzun yıllar sonra başka bir yazar (Clime James) Zweig’ın “hümanizmin tecessüm etmiş hali, canlı bir örneği” olduğunu söyleyecekti. Yazık ki temsil ettiği hümanist değerler ölürken dünya savaş cinneti, faşizm ve hoşgörüsüzlük hâlâ sürüyordu.
Kitabın Konusu
İntihar, Stefan Zweig'ın zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavramdı. Yaşamanın bir anlamı kalmadığını anladığı anda yaşamına kendi eliyle son verebileceğini daha üniversite yıllarında söylemişti. İlk evliliği sırasında karısı Friederike'yi kendisiyle birlikte intihar etmesi için zorlayan, sonra bu düşüncesinden vazgeçen Stefan Zweig, yıllar sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında, ikinci karısıyla birlikte yaşamına son verdi. Yazar, önceki intihar girişimlerinden vazgeçmiş olsa da korkularını, romanlarındaki ve öykülerindeki kahramanlara yaşatıyor. Amok Koşucusu'nda yer alan öykülerin ortak izleği de intihar. Kendi yaşamından ya ada tarihteki gerçek kişilerin yaşamlarından kesitler katarak yazdığı bu öykülerde Stefan Zweig'ın duyarlı kişiliğini, olağanüstü gözlem gücünü olduğu gibi sayfalara yansıttığını görüyoruz. Yazdığı öykülerin en başarılı örneklerinin yer aldığı bu kitapta, bir uzun öykü olan Amok Koşucusu bir baş yapıt. İnsanı en güçsüz, en savunmasız yönleriyle ele alıp, insan ruhunun en derin katmanlarına inmeyi bilen, bütün bunları son derece canlı, ayrıntılı, çok yönlü bir anlatımla kaleme alabilen, okuru gerçekten etkileyebilen bir yazar Stefan Zweig. Yazdıklarının üzerinden bunca yıl geçmiş olmasına karşın, öykülerinin, romanlarının bugünkü kuşaklar tarafından da aynı ilgiyle okunması, onun kalıcı bir yazar olduğunun en büyük kanıtı. Amok Koşucusu'nun bu yeni çevirisinde, daha önceki basımda yer almayan öyküler de bulunuyor.
Kitap Eleştirisi
Yedi farklı öykünün anlatıldığı Amok Koşucusu okuyucuyu sıkmadan okunabilecek nadir öykü kitaplarından biri. 1922 yılında basılan kitap aynı zamanda dönemin yaşam koşullarını ve zorlu hayat standartlarını kullanıcıya anlatmakta.
Sadelik ve yalınlık ile kitap kimi yerlerde konudan uzaklaşsa da sürükleyiciliğinden çok fazla ödün vermemekte.
Kitap 189 sayfadan oluşmakta ve üç - dört saate tamamen okunabilmekte. İlknur ÖZDEMİR'in muhteşem çevirisi ile okunabilecek bir kitap Amok Koşucusu.
Kitaptan bir alıntı:
Çünkü tarihin akışı, zorlanmaktan hoşlanmaz, kahramanlarını kendisi seçer, ne kadar zorlasalar da davetsiz gelenleri hiç acımadan geri çevirir; kaderin aramasından düşen olursa onu artık yukarı çekmek gerekir.
Roman Kahramanları
Barones: (s150) Kuzey Almanyalı adam
Boris: (s175) Savaştan kaçan Rus adam
Crescentia Anna Aloisia Finkenhuber: (s142) Otuz dokuz yaşındaki hizmetçi kadın
Crescenz: (bkz. Crescentia Anna Aloisia Finkenhuber)
de Calaincourt: (s12) Saraydaki hanımefendi
de Prie: (s11) Parisli bir hanımefendi
Leporella: (s153) Crescenz'in takma adı
Leszcynska: (s12) Bayan de Calaincourt'un mektup yazdığı kişi
Liebmann: (s58) Öğrenci
Pleuneuf: (s8) Cenevreli bir bankerin kızı
Yazınsal Sözcükler ve Deyimler
Bungalov: Hindistan'da tek katlı, genellikle tahtadan yapılmış, veranda ile çevrili ev
"Arabanın şoförünün hükümetin bungalovunda bir saat beklemesi boşa gitmemişti...”
Kakatuva: Bir tür kuş türü
"Yerlere değerli halılar serilmiş, pencerelerde, gümüş zincirlerin ucuna cırlak papağanlar, beyaz tüylü kakatuvalar asılmıştı, türbanlı, geniş paçalı ipek şalvarlar giymiş uşaklar koridorlarda koşuşturuyorlar, o sıralarda kimsenin tanımadığı Türk Tatlılarını ve içeceklerini, gözleri bunca debdebeden kamaşmış konuklara sunuyorlardı.”
Lomboz: Kamaralarla alt güverteleri aydınlatmak için bordalardan ve güvertelerden açılan yuvarlak pencere
"Gemi ağzına kadar doluydu, kabin de pek kötüydü; geminin kazan dairesinin yakınındaki bu küçük, sıkışık, dört köşe kovuğu yalnızca bulanık görünümlü, yuvarlak lomboz aydınlatıyordu.”
Sarsak: Değişken, sağlam olmayan
"Sohbet ettiği gruba doğru sarsak adımlarla yürüdüm.”