bankalar nasıl havadan para yapar?
26.09.2014

Bankalar Nasıl Havadan Para Yapar?

Bankalar ve Bankacılık Sistemi

Banka denildiğinde aklımıza ilk olarak vadeli – vadesiz mevduatlar, faiz oranları, ihtiyaç kredisi, kredi kartı gibi bankacılık terimleri ve hizmetleri gelir. Bir bankanın nasıl gelir elde ettiği sorulduğunda ise fazla paraları olan kişilerin bu fazla paralarını faiz kazancı elde etmek, birikimlerini güvenli bir yerde tutmak gibi amaçlarla bankaya yatırdığını ve bankanın da fazla paraları ihtiyacı olan kişilere belli bir faiz karşılığında borç olarak verdiği hikâyesini anlatırız. Birçoğumuz bir bankanın asıl kârını bankaya dönen kredi faizleri ile bankanın mevduat sahiplerine ödediği faiz arasındaki fark olarak algılarız. Yani bankanın temelde faizler üzerinden kazanç sağladığına inanırız. Gerçekte de durum böyledir; fakat bir bankanın asıl kazancının yanında faiz getirileri devede kulak kalmaktadır. Bu yazımda bir bankanın nasıl havadan para yaptığını ve bankacılık sisteminde yönetici olarak çalışan insanların neden sıradan insanlara göre daha çok zengin olduğunu öğreneceksiniz.

Kısmî Rezerv Bankacılığı ve Zorunlu Karşılık Oranları

banka

Bankacılık sistemi temelde tam rezerv bankacılığı ve kısmî rezerv bankacılığı olmak üzere iki şekilde uygulanır. Tam rezerv bankacılığında özel bankalar, müşterilerinden topladığı mevduatlar kadar kredi verebilir. Örneğin; bankaya 100 TL yatıran bir müşterinin parasının tamamı başka bir müşteriye kredi olarak verilebilir. Kısmî rezerv bankacılığında ise bankaya yatırılan paraların tamamı kredi olarak verilemez. Bir kısmı Merkez Bankası’nda tutulur. Merkez Bankası’nda tutulan kısım literatürde zorunlu karşılıklar olarak adlandırılır. Zorunlu karşılıkların bankanın topladığı tüm mevduatlara olan oranına ise zorunlu karşılık oranı denir. Örneğin; zorunlu karşılık oranı %20 olarak belirlenmişse bankaya yatırılan 100 TL’nin 20 TL’si Merkez Bankası’nda tutulur ve bu 20 TL müşterilere kredi olarak sunulamaz. Zorunlu karşılıkların temelde iki amacı vardır. Birincisi herhangi bir finansal panik durumunda bankaya akın eden mudilerin, yani bankada mevduat sahibi olan kişilerin paraları bu karşılıklardan ödenir. İkincisi Merkez Bankası zorunlu karşılıklar ile para arzını kontrol edebilir. Zorunlu karşılık oranlarını yükselttiği zaman bankaların kredi olarak sunulabilecek fonları azalır ve kârlarını düşürmek istemeyen bankalar faiz oranlarını arttırır. Kredi kullanım oranı yüksek faizlerden dolayı azalır ve faizler arttığı için de yatırımlar azalır. Bununla birlikte zorunlu karşılık oranlarının yükselmesi sebebiyle birazdan öğreneceğiniz kaydî para miktarı da azalır ve para arzı azaltılmış olur. Yatırımlar azaldığı için toplam talep düşer; para arzı da azaldığı için dezenflasyon oluşur. Yani enflasyon düşme eğilimine girer. Ek olarak para otoriteleri, yani merkez bankaları para arzını kontrol etmek için zorunlu karşılık oranlarını sıklıkla değiştirmek istemezler. Bunun sebebi bu oranların geç tepki vermesi ve uzun vadeli sonuçlar doğurmasıdır. Bu yüzden zorunlu karşılık oranları yerine kısa vadede daha hızlı sonuç veren tahvil, bono ve repo gibi açık piyasa işlemleri tercih edilir.

Kaydî Para

dolar

Günümüzde uygulanan bankacılık sistemi kısmî rezerv bankacılığıdır. Özel bankaların bu sistem içinde iki tür rezervi vardır: Serbest rezervleri ve zorunlu rezervleri. Serbest ve zorunlu rezervlerin toplamı ise toplam rezerv olarak adlandırılır. Serbest rezervler, bankanın kredi olarak sunabildiği rezervleri; zorunlu rezervler ise bankanın Merkez Bankası’nda tutmak zorunda olduğu ve kredi olarak sunamadığı rezervleri belirtir. Zorunlu rezervlerin toplam rezervlere bölümü ise biraz önce öğrendiğiniz zorunlu karşılık oranı ile aynı anlama gelen zorunlu rezerv oranını verir. Hemen belirteyim, zorunlu karşılık oranı “kanunî karşılık oranı”, “mevduat munzam karşılık oranı” gibi adlarla da anılmaktadır.

Kaydî para ise bir bankanın havadan oluşturduğu paradır. Banka parası olarak da bilinir. Şimdi kaydî paranın nasıl oluşturulduğunu basit bir örnek ile görelim:

(Örnekte geçen adlar ve sıfatlar akılda kalması adına özellikle seçilmiştir. Gerçek yaşamdaki kişilerle bir ilgisi yoktur.)

Zorunlu karşılık oranının %10 olarak belirlendiği bir ekonomide her şey, para babası Cevdet’in elinde bulundurduğu 100,000 TL’yi özel bir bankaya yatırması ile başlıyor. Banka zorunlu karşılık oranının %10 olmasından dolayı paranın 10,000 TL’sini Merkez Bankası’nda (zorunlu rezervlerinde), kalan 90,000 TL’yi ise serbest rezervlerinde tutuyor. Daha sonra Albay Giray, bankaya geliyor ve ev almak için 90,000 liraya ihtiyacı olduğunu söylüyor. Banka belli bir faiz oranı karşılığında Albay Giray’a kredi verebileceğini söylüyor. Albay Giray ve banka, aralarında bir sözleşme imzalıyorlar. Sözleşmede bu kredinin geri ödenememesi durumunda bankanın Albay Giray’ın satın alacağı evi haczedebileceği süslü bir şekilde belirtiliyor. Albay Giray, 90,000 lirayı alıyor ve ev sahibi Mahmut Abi’ye gidiyor. Albay Giray bankadan kredi olarak aldığı parayı Mahmut Abi’ye veriyor ve evi satın alıyor. Mahmut Abi ise Albay Giray’dan aldığı 90,000 lirayı faiz kazancı elde etmek ve parasını güvende tutmak için bankaya yatırıyor. Banka ise Mahmut Abi’den aldığı 90,000 TL’nin 9,000 lirasını zorunlu rezervlerinde, geri kalan 81,000 TL’sini ise serbest rezervlerinde tutuyor. Başka bir müşteri bankaya gelip ihtiyaç kredisi almak istediğini söylüyor. Süreç bu şekilde bir milyon liraya kadar uzayıp gidiyor.

Sonuç olarak, para babası Cevdet’in yatırdığı 100,000 liradan banka, havadan 900,000 lira para yapabiliyor. Banka toplamda 1,000,000 lira para oluşturmuş oluyor. İşte buna kaydî para deniliyor.

Hikâyede sorgulanması gereken birkaç nokta var: Diyelim ki, banka Albay Giray’a 90,000 lira kredi verdikten sonra para babası Cevdet parasının tamamını çekmek isteseydi banka ne yapacaktı? Banka bu noktada kilitlenecektir. Çünkü Albay Giray’dan henüz geri dönüş olmadığı için bankanın para babası Cevdet’e verebileceği sadece zorunlu rezervlerinde tuttuğu 10,000 liradır. Bu yüzden banka günlük para çekme limiti gibi oyalamalarla Cevdet’in parasını, Albay Giray kredisini geri ödemeye başladıktan sonra verebilecektir. Gerçekte bankaların Cevdet gibi binlerce müşterisi olduğu için böyle bir sorunla sadece mudilerinin paralarını çekmek için bankaya akın etmesi durumunda karşılaşılmaktadır. Bankacılık sektöründe bu olaya bank run denilmektedir. Bank run durumunda hangi banka olursa olsun banka batacaktır. Çünkü bankanın kredi olarak verdiği miktar, serbest rezervlerinden daha fazladır.

Sorgulanması gereken ikinci nokta ev sahibi Mahmut Abi’nin Albay Giray’dan aldığı 90,000 liranın tamamını bankaya yatırıp yatırmayacağıdır. Eğer Mahmut Abi bu parayı bankaya yatırırsa banka nezdinde geri dönüş olarak algılanır. Bankanın verdiği kredinin ne kadarının tekrar bankaya döndüğünü ise geri dönüş oranı gösterir. Örneğin; ev sahibi Mahmut Abi 90,000 liranın sadece 54,000 lirasını bankaya yatırırsa geri dönüş oranı 54k/90k yani %60’tır. Bankaya yatırılmayan 36,000 lira ise banka için bir sızıntı niteliğindedir ve doğal olarak %40'lık bir sızıntı oranı oluşmuştur.

Geri dönüş oranı ne kadar yüksekse o kadar çok kaydî para oluşturulur. Zorunlu karşılık oranı ne kadar düşükse yine o kadar çok banka parası oluşturulur. Bunu formülize edersek

Kaydî Para Miktarı = 1/[1-g(1-rr)] x Bankaya Yatırılan Para (Mevduat Toplamı)

şeklinde ifade edebiliriz. Burada g, geri dönüş oranını; rr ise zorunlu karşılık oranını belirtmektedir.

Örneğin; zorunlu karşılık oranı %10, bankaya yatırılan para 100,000 TL ve

Geri dönüş oranı %100 ise

Kaydî Para Miktarı = 1/[1-1(1-0.1)] x 100,000 = 1,000,000 TL’dir.

Geri dönüş oranı %60 ise

Kaydî Para Miktarı = 1/[1-0.6(1-0.1)] x 100,000 ≈ 217,391 TL’dir.

Geri dönüş oranı %0 ise yani hiç geri dönüş yoksa

Kaydî Para Miktarı = 1/[1-0(1-0.1)] x 100,000 = 100,000 TL’dir. Sadece bankaya yatırılan para kadar kaydî para oluşturulabilir.

Kaydî Paranın Etkileri ve Tarihten Örnekler

Kaydî para yerine balon para terimini kullanmak daha yerindedir. Çünkü ne kadar çok hava verirseniz balon da o kadar şişecektir. Balondaki havanın büyük bir kısmı ise gerçekte var olmayan paradır. Diğer bir ifade ile özel bankaların kredi olarak sunduğu likit değerler (nakit paralar) fiziksel olarak yoktur. Bu yüzden manidar bir biçimde hava ifadesini kullanabiliriz.

imar bankası

Ülkemizde en bilindik kaydî para vakası 1928 yılında kurulan Türkiye İmar Bankası’nın 2003 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından Tasarruf ve Mevduat Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilerek kapatılmasıdır. Kapatma kararından sonra mudiler bankaya akın ederek birikimlerini çekmek istemişler ve beklenildiği üzere paralarını alamamışlardır.

Dünyadan örneği ise 2008 Küresel Ekonomik Krizi'dir. Bu krizin temeli kaydî paraya dayanmaktadır. Normal şartlar altında özel bankalar kredi dönüşlerinde sıkıntı yaşadığında borçlu kişilerin ev, arsa gibi gayrimenkullerini haczedebilirler. 2008 krizinde durum daha da vahimdir. Bankalar, müşterilerine verdiği kredilerini CDO (teminatlandırılmış borç yükümlülükleri) adı altında yatırım bankalarına satıyor ve serbest rezervlerini arttırıyorlardı. Özel bankalar, yatırım bankalarına ne kadar çok CDO satarsa müşterilerine daha çok kredi verebiliyorlardı. Diğer yandan özel bankalar, CDO’ları yatırım bankalarına sattığı için geri ödenmeme durumlarında haciz olayları ile ilgilenmiyorladı. Özel bankalar bu sorunu CDO sahibi yatırım bankalarına devrettikleri için bir süre haciz davaları sayısı oldukça düşük bir seyir izledi. Bu şekilde daha çok kazanç elde etmek isteyen bankalar subprime adı altında geri ödenmeme riski ve faiz oranı yüksek krediler vererek daha çok CDO satmayı hedefledi. Özel bankalar, yatırım bankalarına CDO sattıkça Moody’s, Fitch Ratings, Standart and Poor’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları yatırım bankalarına yüksek kredi notu vermeye devam ediyordu. Kredi derecelendirme kuruluşları ne kadar yüksek not verirse kredi dönüşlerinin o kadar güvenilir olduğu anlaşılır. Gerçekte CDO’lar D gibi oldukça düşük notlar alması gerekirken kredi derecelendirme kuruluşları pastadan pay alabilmek için ikiyüzlü davranmaktan çekinmemişlerdir.

aig

CDO’lara teminatlandırılmış denilmesinin sebebi varlığa dayalı menkul kıymetler olmalarıdır. Yani kredi dönüşlerinde sorunlar olmaya başladığı zaman CDO sahipleri üzerinde yazılı olan değer kadar kredi borcu bulunan kişinin evinin, arsasının sahibi olabiliyordu. Bu yüzden kriz sırasında haczedilen evler aslında birden çok kişiye aitti. Bu da oldukça trajikomiktir.

2008 Subprime Krizi şu döngüde devam etmiştir:

Amerikan Merkez Bankası FED, 2008’e kadar durumun farkındaydı ve kriz patlak verene kadar tüm bu olayları görmezden geldi.

Krizde Bear Stearns ve Lehman Brothers gibi yatırım bankaları, o zamana kadar dünyanın en büyük sigorta firması olan AIG ve Bank of America gibi özel bankalar battı.

Kriz aslında kaydî para süreci sonunda başladı. Çünkü özel bankalar ne kadar çok kredi verirse ve verdiği bu krediler ev sahibi Mahmut Abi örneğinde olduğu gibi ne kadar çok geri dönerse o denli kaydî para oluşturulabiliyordu. Bu şekilde de daha çok CDO oluşturulup balon şişirilmeye devam ediyordu. Fakat krediler geri ödenememeye başladığı zaman sistem kırılmaya başladı.

Kaydî Paranın Kontrol Altına Alınması

Para otoriteleri ve devlet, kaydî paranın negatif etkileri yüzünden ekonomik dengenin bozulmasını önlemek adına bazı düzenlemeler yapabilir.

Örneğin; kaydî para kontrol altına alınmak isteniyorsa zorunlu karşılık oranları yükseltebilir. Bu şekilde kredi olarak verilebilir fonlar azalır. Ardından kaydî para miktarı azalır. Faiz oranları yükselir. Yatırımlar, istihdam ve toplam talep azalır, dezenflasyon ya da deflasyon oluşabilir. Diğer yandan milli gelirin de düşeceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Diğer bir yöntem kredi tavan politikasıdır. Merkez Bankası, özel bankaların verebileceği kredi miktarına bir tavan sınırı koyar. Örneğin; kredi tavan miktarı bir banka için 100 milyon TL’den 40 milyon TL’ye indirilebilir. Kredi tavanı ne kadar düşük tutulursa kaydî para oluşturmak da o derece güçleşir. Özel bankalar kredi tavan sınırını aşamayacağı için kârlılıklarını düşürmemek adına faizleri yüksek tutar. Yatırımlar, istihdam ve toplam talep azalır. Enflasyon oranı ve milli gelir düşer. Ekonomi de resesyon oluşabilir.

Üçüncü yöntem asgarî ödeme oranlarıdır. Devlet, asgarî ödeme oranı ile bankadan kredi çekmek isteyen kişilerin kredinin belirli bir kısmını kendilerinin karşılaması gerektiğini belirleyebilir. Örneğin; asgarî ödeme oranı %25 olarak belirlenmişse ev almak isteyen kişiler evin bedelinin %25’i için kendi birikimlerini, kalan %75’lik kısım içinse banka kredisi kullanabilirler. Bu şekilde asgarî ödeme oranları ne kadar yüksek tutulursa kaydî para miktarı da o derece azalacaktır. Asgarî ödeme oranlarının yükseltilmesi, zorunlu karşılık oranları ve kredi tavan politikası ile benzer sonuçlar doğurur.

Son olarak BDDK gibi regülasyon kurumları özel bankaların kredi/mevduat oranlarına sınır koyabilir. Bu şekilde mudilerin bankaya yatırdıkları paraların hangi oranda kredi olarak sunulabileceği belirlenir. Örneğin; kredi/mevduat oranının 3.7 olduğu bir sistemde bankaya yatırılan 100 liradan en fazla 370 lira kredi verilebilir.

Sonuç

Kaydî para ekonomi için her ne şekilde olursa olsun sakıncalıdır. Çünkü bu sistemde gerçekte olmayan paraların geri ödenmesi istenir. Doğal olarak bu paraları geri ödeyemeyenler evlerinden olurlar. Bununla birlikte kaydî para arttıkça fiyatlar genel seviyesi de artar ve milli gelir olduğundan büyük görünür.

Kaydî paraya karşı alınan önlemler ekonominin geneli için olumsuz sonuçlar doğursa da var olan iyimser havanın aslında olmayan paralardan oluştuğu da göz önünde bulundurulmalıdır.

Kaydî para finans sektörü için olumlu gibi gözükse de uzun vadede reel sektörü baltalayacağı için tüm ekonomik sektörler için olumsuz sonuçlar doğuracaktır.

Kaydî para tehlikelidir.

comments powered by Disqus